reklam

29 Aralık 2014 Pazartesi

Matematikte kolay 5'e bölme tekniği

 


Merhaba.
Bu yazımda sizlere matematik'te 5'e bölmenin kolaylığını anlatacağım..

Şimdi, şöyle düşünelim. 
Bİr sayıyı 10'a böldükten sonra 2 ile çarpmak ne demek?

Aslında bu, o sayıyı 5'e bölmek demektir...

Peki biz bunu matematik işlemlerinde pratik olarak nasıl kullanacağız?

İşte önemli olan kısım da burasıdır.
Sayımız ne olursa olsun (küsürlü çıkması sizin için önemli değilse tabi), sayımızın birler basamağından sola doğru bir basamak kaydırıyoruz - ki bu zaten 10'a bölmek demektir - ve 2 ile çarpıyoruz. İşlem bu kadar basit.


Örnek verelim;

100 sayısını 5 'e bölelim...
            
100 ---> 10,0 (virgülden sonrası sıfır olduğu için 10 yazılır)
{Birler basamağından sola doğru bir virgül kaydırdık}

10X2 = 20 
{Sonra 2 ile çarpıyoruz}

______________________________________________
Başka bir örnek;

275 sayısını 5 'e bölelim...

275 ---> 27,5
{Birler basamağından sola doğru bir virgül kaydırdık}
27,5X2 =55 (2 kere 27= 54 eder. 1 rakamıda buçuklardan gelir, toplam 55 eder)
{Sonra 2 ile çarpıyoruz}
______________________________________________
Başka bir örnek;

180 sayısını 5 'e bölelim...

180 ---> 18,0(virgülden sonrası sıfır olduğu için 18 yazılır)
{Birler basamağından sola doğru bir virgül kaydırdık}
18X2 =36
{Sonra 2 ile çarpıyoruz}
_____________________  o  _______________________

Belki bu pratiği yadırgayanlar olabilir. Saygı duyarım. Ancak ygs-lys hazırlık ile uğraşan ve matematikte yol almak isteyen varsa, çarpım tablosunu, bazı sayıların karesini vb. işlemleri çok iyi bilmelidir.


Bir sayıyı 10 a böldükten sonra çıkan buçuklu sayıyı 2 ile çarpamıyorsa, zaten sorun işte oradan başlıyor demektir.
Bu hızı kazanmamış kişiler ygs-lys de başarı sağlayamaz mı? Elbette sağlayabilir. Ancak hızlı olanlar ilk 10 bin lere doğru uzanıyorsa, bilin ki bir sebebi vardır...

Saygılarımla... 

Meyveli Soda ve Gazozdaki Büyük Tehlike !

Tatsız maden sularını içmekte zorlanan insanların en çok yöneldiği içecekler, meyveli soda...
Ancak insanların bilmediği nokta, bu içeceklerde kanserojen madde bulunma ihtimali %90..

Firmalar içecekleri çeşitli mikroplardan korumak için, koruyucu bir madde olan "benzoik asit veya sodyum benzoat" kullanıyor.


Ancak bu koruyucu maddeler "askorbik asit" ile yani C vitamini ile aynı ortamda bulunursa, ısı veya ışık yardımıyla etkileşerek kanserojen bir madde olan "benzen" maddesine dönüşmektedir.

Bilindiği gibi petrol ve petrolden yapılmış maddeler her durumda insan sağlığı için büyük ölçüde zararlı ve kanserojen etkisini bilmeyen zaten yoktur.

Yukarıda bahsedilen benzen ise petrol ve türevlerinin ana maddesidir.
Bu hususta yapılacak en kolay şey ise "C vitamini" ile koruyucu maddelerden "benzoik asit veya sodyum benzoat" aynı ortamda bulunuyorsa o gıdaları tercih etmemektir.

Kaynak:
http://www.haber7.com/genel-saglik/haber/1258932-meyveli-gazoz-ve-sodalarda-kanser-riski-var

27 Aralık 2014 Cumartesi

Dünyada en fazla alçalanda, yükselende "İnsan"dır...



Dünya üzerinde insandan daha aşağı seviyeye düşen veya insandan daha yüksek seviyeye ulaşan hiçbir canlı yoktur. 

İyi ahlâkı, tüm güzellikleri, iyilikleri kendinde toplamaya çalışan, kötülüklerden uzaklaşan insan, dünya da en yüksek seviyeye çıkan insanlar arasına girebilir


Fakat bunlara dikkat etmeyerek, zevk-ü sefa içerisinde hayat yaşamak için her şeyi mubah gören, kimi şeylerde ifrat-tefrit dengesini ayarlayamayan, gereken o dengeyi bulamayanlar/bulmak istemeyenlerin de en aşağı seviyeye düşeceği aşikâr'dır.

Dünya da en iyisi ile en kötüsü arasındaki mesafenin insan kadar büyük olduğu bir başka yaratık yoktur.En iyi inekle en kötü inek arasında sadece birkaç kg. fark vardır. Ama insan öyle mi? En kötüsü milyonlarca insanı gözünü kırpmadan öldürebilmekte, en iyisi ise bütün canlı, cansız âleme ve dolayısıyla bütün insanlığa ve kâinata rahmet olabilmektedir...

Cenab-ı Allah (cc.), insanı yaratacağını meleklerine söylemiştir. Kur'anda anlatıldığına göre; onlarla bu konuda ki diyalog şöyle gerçekleşmiştir:

"Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' demişti.
Onlar 'orada bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve Seni ulu tutuyoruz.' dediler.
Allah(cc.), 'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.' dedi. Daha sonra da bu kadar zaafları olan insana secde etmeleri için meleklere emretti.
Fakat şeytan (iblis) kibrinden dolayı insana secdeden kaçarak inkârcılardan oldu." (1)

Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki, şeytan Allah'a (cc.) secde etmem demiyor ! Onun "insana secde et" emrine isyan ediyor ve bu yüzden lanetleniyor. Bu durumda Allah'a(cc.) secde etmeyen insanın hali nicedir diye düşünmemiz gerek !

(1) Araf suresi 7/11-18 
Bu yazı Dr. Kemal TEKDEN'in "İnsanın Sırrı" kitabından alıntı yapılarak hazırlanmıştır...






Ben sigara'ya başladım.Ama istediğim zaman bırakırım yalanı !!!

 Ben sigara'ya başladım.Ama istediğim zaman "bırakırım" !!!


Gerçekten istendiğinde bırakılan bir zımbırtı mıdır? 

Hayır !


1999 yılının Nisan ayı...



Lise'ye başlamıştım. Okuldan nefret eder bir hale gelmiş, 26 gün devamsızlık yapmış, bir ideali olmadan git-gel prosedürüne uyan, sıradan, amaçsızlık ummanında yüzme bilmeyen ve yılan arayan, serseriliğe az da olsa meyilli zaman diliminde sürüklenip duruyordum.
       


 Sonunda beni  okuldan atmışlardı. Babamı okula çağırmışlar ve durumu izah etmişlerdi. Zaten babam da çocukluğumdan beri "senden adam olmaz" sözünü sanki bir atasözü gibi sürekli bedenim de test ederdi. Lise'ye başlayacağım dönem de sayısal bir bölüme gitmek için sarfettiğim gayret babamın yine bu atasözü'nü kullanmasına bir sebep teşkil etmişti. Bilgisayar Mühendisi veya Doktor olmakla başlayan hayalim babamın fizik kurallarına bile ters düşen tepkisine neden olmuştu. "Okutamam" ile başlayan bahanelere benim geliştirdiğim "Ben kaynak bulurum" defansı bu kez de "Onun bunun parasıyla ben çocuğumu okutmam" golü ile 90 dakikayı mağlup olarak bitirmeme sebep olmuştu...


       İşte tüm bu çırpınışlarımın ardından kaldırım mühendisliğine bir adım daha yaklaşmıştım. Boş gezenlerin maaşını dağıtmam peder'in canını sıktı ve beni bir pastane'ye CEO olarak atadı :)

       Pek arkadaşı olmayan ben o dönemlerde bayağı bir geçici arkadaş edindim. Çay ısmarlamam, pastalardan ikram etmem, boş gezenlerin gezecek yer kalmayınca sanki 40 yıllık dostum gibi mekânımdan ayrılmaması, arkadaş listemi bayağı bir kabartmıştı.

Bir gün karşı kahvede çalışan bir çocuk, ağzında sigara ile daldı pastaneye. 
- Babam geliyor, şu sigarayı al iç, araya gitmesin. Dedi.
- Ben içmem. Ver çöpe atayım. Dedim.
Boş bir kutuyu çöp kutusu maksadı ile bir köşeye koymuştum. Kaldırdım attım içine. Bir süre sonra boş bakışlarıma çöp diye tabir ettiğim kutudan yükselen yoğun dumanlar eklendi. Kutuyu yakacak telaşı ile sigarayı aldım içinden. Ancak işte o an bir başlangıca neden olacak an idi. "Ne olacak sanki, şu yarımı içeyim bari." Gafleti ile sigarayı ağzıma götürmem elli salise bile sürmemiştir sanırım. 

       İşte bu zıkkıma başlamam bu şekilde cereyan etti. Sonraki yıl tekrar okula başladım. Lise bitti. İsteksiz de olsa üniversite de bitti. Askerlikte bitti. Ve bir gün kafa "çat" dedi. Sigarayı on yıl sonra, 17 mayıs 2009 da bırakmıştım. Bir buçuk yıl ağzıma vurmadım. İçenlerin kimisi ile dalga geçtim. Kimisine akıl vermeye çalıştım. Kimisine gerçekten bıraktırmak uğruna çok dil döktüm. Ancak kendime hiçbir şey yapmamışım. Onu anladım. Günlerden bir gün bir arkadaşım içerken, dalga geçmek mahiyetiyle "ver bi tane de ben yakayım" dedim. Ancak sigara benle dalgasını geçmişti bile. İşte o gün sigaraya tekrar başladığım gündü.

       Koca 13 yıl oldu ben hala içiyorum. Bırakmaya çalışıyorum ancak bırakamıyorum. Sıkıntı sardığında bedenimi onun çare bulduğunu zannediyorum. Ancak her yakışım, bir sonra ki yakışıma davet oluyor. Bir türlü içmeye doyamıyorum. Her söndürüş bir hüzüne boğuyor. Her yakış ne olur bitmesin dedirtiyor sanki şehadet ve orta parmağımın arasında ki ot yığınına. Her sabah uykudan uyanınca göğüsümde ki baskıyı, damağımda ki mide bulandıran o tadı, bedenimde ki uykusuzluğu, yüzümde hissettiğim kızarmış tavuk hissiyatını, kafamın üstünde yahudilerin giydiği şapkanın kurşundan imâl edilmiş bir versiyonun bulunduğu hissiyatını söylesem, hiç abartmış sayılmam. Ama kahvaltıdan sonra o bana yalvarıyor. "Ne olur bir tane, bir tane iç." Diye. Eee ondan sonrası malum...

       Bugün bir arkadaşımın sigaraya başladığına veya başlamakta olduğuna şahit oldum. Bir-iki kelam ettim. Ancak anlatamayacağımı anlayınca, çaresiz bir şekilde uzatmadım konuyu. İnsan bazı anlarda gerçekten yaşadığını anlatamamakta, deneyimlerini aktaramamakta insanlara, dur yapma o kötü, dur etme bu yanlış, diyemiyor. İşte bugün onlardan birine daha şahit oldum. Hani bir söz vardır Celaleddin Rumi'den (ks) . " Sen ne bilirsen bil, ne anlatırsan anlat, senin bildiğinde, anlattığında karşıdakinin anladığı kadardır"...

       Keşke dememek için Hz. Ömer'in (Ra) yaptığı gibi, nefsimize güzel geleni terk etmek, nefsimizin hoşuna gitmeyeni zor olsa da yapmak gerek. Ama demek kolay, yapmak ise çok zor.

Ben sigara'ya başladım. Ama istediğim zaman bırakırım, demeyin. Bırakılmıyor...

Sigara denilen o nefis dostuna, hiç başlamamak temennisi ile...   


Albatros kuşları karaya hiç inmeden sürekli uçuyor mu?

 Albatros kuşları karaya hiç inmeden sürekli uçuyor mu?








Albatros 3,5 metre kanat açıklığına sahip, uzun menzilli uçuş kabiliyetine sahip, rüzgara meydan okuyan, sempatik bir kuş türüdür...



Uçan canlılar arasında en heybetlisi, mükemmel bir desene sahip, yavrusuna yemek getirebilmek için 15 bin kilometreden fazla yol kateden, maceracı, cesur, ve adeta profesyonel bir planör...

Kaba bir hesapla, 50 yaşında ki bir albatros'un 6 milyon kilometreden fazla uçtuğunu söyleyebiliriz.

Albatrosgiller familyasında bulunan albatros kuşları genelde kanatları hariç beyaz renklidir. Çok az bir kısmı kahverengi veya gri renktedir.

Hayatlarının büyük kısmını açık denizlerde uçarak geçirirler.Omuzlarında kanatlarını sabitleyen kilit sistemi mevcuttur. Bu kilit sayesinde fazla enerji harcamadan kanatlarını açık tutar ve süzülür.
   
Su üzerinde uyur ve beslenirler. Yalnız yumurtlama ve kuluçka için karaya çıkarlar.
Erkek ve dişi birbirine çok saygılıdır. Birbirlerine saatlerce sevgi gösterisine benzer davranışlarda bulunurlar.
Dişi albatros yıl da 1 tane yumurta yumurtlar ve bu yumurta 80 günde kuluçka süresini tamamlar. Eşler nöbetleşe kuluçkaya yatarlar. Erkek veya dişi 1  hafta hiç kalkmadan kuluçkada yatabilir.
8-9 ay boyunca erkek ve dişi albatros sindirilmiş besini yavrusunun gagasına kusarak besler.

20 den fazla türü bulunan albatros karaya çıktığında kafasını bir o yana, bir bu yana sallayarak paytak paytak yürüyen, sempatisini belki de bundan  alan olağanüstü bir canlıdır.

50-60 derece güney enlemlerinde hızı saatte 300 kilometreyi aşan sert rüzgarlara adeta meydan okuyan bu kuşlar rüzgardan kendine sanki bir enerji sağlar. Eşleri öldüğünde başka bir eş aramayan albatroslar sanki tek eşliliğe yemin etmiş ya da Aşkının üzerine gül koklamayan insanları taklit eder...

70-80 yıllık ömre sahip olan albatroslar'ın yetişkinleri yaklaşık 5 kilogramdır...                                                             





Bilimsel sınıflandırması;                  
Alem:    Animalia                        (Hayvanlar)
Şube:    Chordata                        (Kordalılar)
Sınıf:     Aves                               (Kuşlar)
Takım:   Procellariiformes          (Fırtına kuşları)
Familya: Diomedeidae               (Albatrosgiller)

_______________________________________________________________________
Kaynak: 
1) Vikipedi İngilizce
http://en.wikipedia.org/wiki/Albatross

2) Vikipedi Türkçe
http://tr.wikipedia.org/wiki/Albatros

3) National Geographic Türkiye
http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/0712/konu.aspx?Konu=3

HÜKÜMDAR - Mustafa ÇEVİK - Kitabını okudunuz mu? Yorum


   " Bu kitap, kökü tarihe dayanan, ilhamını tarihten ve Oğuz Kağan Destanı'ndan alan bir romandır." Önsöz'ü ile başlayan bu kitap, daha önce okumuş olduğum "BOZKIRIN SIRRI" kitabıyla birlikte, ait olduğum milletin geçmişi hakkında çok güzel bilgiler edinmeme vesile olmuştur.

   Tarih hakkında roman olur mu derdim bir zamanlar . Halbuki roman bir hayal ürünüydü. O zaman tarihi nasıl hayal ürünü olarak anlatırlar ki? Derdim. Ancak okuyunca insan aradaki farkı anlayabiliyormuş. Tamam romanda hemen hemen her şey uydurma/kurgulamadır, ama tarihi roman tarih hakkında gerçekçi bilgiler vermesi gerekmez mi? Bilgi verirken uydurma olur mu? Derken okuyunca bu cehaletimden kurtuldum sanırım.

    Tarihi romanda da düşündüğüm gibi kurgu varmış ancak bilinen gerçekler hayal gücü ile süsleniyor ve buna da tarihi roman deniyormuş. "Hükümdar" gibi bir kaç kitap ile bu tecrübemi biraz daha geliştirmiş oldum.

 



Benim elektriğimi kim kullanıyor?

Kapitalizm birine keyif verirken diğerinin yaşam kalitesini düşürür veya yok eder...
Kapitalizm
Neden az önce üşüyorken şimdi üşümüyorum  ki? Elektrikli ısıtıcıyı açtım da ondan. Bir an çok elektrik harcar diye geçirdim içimden. Amaan ne yapayım, ısındık işte, dedim.

İyi de bu elektrik bir başkasına mı ait ki, biz çok yakar - az yakar düşüncesindeyiz hep? Hayır aslında bir başkasına ait değil. Benim de sahibi olduğum dünyaya ait. 7 milyar insanın ne kadar sahipliği varsa benim de o kadar işte. Ama neden kimileri bu elektriği benim 10-20 katım daha fazla kullanırken hiç umursamaz da ben umursarım ki? Çünkü onlar zengin, ben değilim...


Oldum olası bu kapitalist sistemi eleştiririm ve insanların bunu yok etmek için bir çaba sarf etmemesinden de hayıflanırım. Nasıl bir sistemdir ki koskoca dünya 50-100 zenginin elinde dönüyor. Bu zengin aileler her istediğini her zaman alabiliyor, ses çıkarmaması içinde 50 bin-100 bin kişiyide birazcık sahiplendiriyor, o 50 bin - 100 binin altında 50-100 bin daha derken, piramitin üstünden altına bir tepecik oluşuyor. Ama işin garibi altta kalan belki de 7 milyar insandan 6 buçuk milyarıdır. Belki daha fazlası...


Aslında herkes bu harekete başkaldırsa bu sorun biter, gibi düşünülebilir ama yine bitmeyecektir. Çünkü üstteki o 50-100 yok olursa, onların yerine geçmek isteyenlerde olacaktır. 


Aslında bu kadar kafa yormaya gerek yok. Bu mesele için tek noktada biraz düşünmek yetiyor. Nefis... Bir türlü doymayan nefis, birilerini birilerinin tepesine çıkarıveriyor işte. İslami sistemde zenginlik olmaz diye bir şey yoktur. Hatta İslam peygamberi bile zengin olmayı öğüt veriyor. Ancak bu zenginliği insanlara daha çok yardım edebilmek niyetiyle yapın diyor.


İslamla  şereflenmeyen veya tam olarak yaşayamayan toplumlar bu nefsani duygulara yoğun bir şekilde kapılıyor. Hep benim olsun, her istediğim olsun derken, aslında birilerinin hakkı olan elektriği aldıklarının ve onları elektriksiz koyduklarının farkında olmadan, belki de farkında olsa bile aldırmadan...

Ne garip dünya imiş, sevsen bir dert, sevmesen bir dert...

Format Atmak Sabit Diski Öldürür mü?

Bilgisayarların sabit disklerineformat atmanın genel olarak bilgisayarlara zarar verdiği bilinir. Bu nedenle bilgisayar kullanıcılarının büyük bir bölümü, bilgisayarlarına format atmak istediğinde

Matematik Dersine Çalışmak için PÜF noktalar


Sevgili Öğrenciler,


      Başarılı olmanız için, öncelikle matematik bilginizin iyi olması gerektiğini bilmelisiniz. Temel matematik bilgileri, başarılı olmanın ön koşuludur. Bu nedenle:

      Matematik öğrenme konusunda, “zor bir ders, öğrenemiyorum” gibi önyargılarınız varsa bundan kurtulun. Öğrenmek isteyen, çalışan öğrenci için, matematik zor bir ders değildir. Matematik, başarılı olmanız, geleceğiniz ve yaşamınız için temel bir derstir.
       Matematik dersini öğrenmeniz gerektiğini



Vücudumuzda ki Kalsiyum Dengesi

Farklı fakültelerde okuyan ancak aynı evi paylaşan Mustafa, Ahmet ve Arif, sık sık yaptıkları gibi o akşam da oturmuş bir taraftan çaylarını yudumluyor, bir taraftan da sohbet ediyorlardı. Sohbet sırasında söz, kâinattaki bütün varlıkların bir denge içinde yaratıldığına, birbiriyle uyumlu hareket ettirildiklerine ve hattâ birbirlerinin eksiklerini tamamlamayla vazifelendirildiklerine gelmişti. Bu esnada, bir tıp fakültesi talebesi olan Mustafa söz aldı:

— Evet arkadaşlar, bu denge sadece dış dünyadaki varlıklar için değil, bedenimiz için de geçerli. Bu konuda verilebilecek sayısız misâllerden biri, vücudumuza yerleştirilmiş ve dinamik olarak her ân kontrol edilen hormonal dengelerdir.

Bedenlerinde cereyan eden ancak bilgi sahibi olmadıkları bu hâdise, Ahmet ve Arif'in merakını celbetmişti.

Ahmet: Anlatır mısın Mustafa, nasıl bir denge bu?

Mustafa: Dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım. Yüce Yaratıcı, insan vücudundaki hayatın devamlılığı için, birçok elementi vazifelendirmiştir. Bunlardan kalsiyum, yaklaşık bir kg'lık miktarıyla insan bedeninde en fazla bulunan elementtir. Kalsiyumun % 99'u kemiklerin yapısında, % 1'i de hücre dışındaki sıvıda bulunmaktadır. Herhangi bir kanamanın durdurulmasında ve pıhtılaşmada vazifeli trombositlerin (kan pulcukları) fonksiyonlarını gerektiği şekilde edâ etmelerinde, kalb kasının ve diğer kasların kasılmasında, sinir sisteminde uyarıların iletilmesinde bu elemente son derece mühim vazifeler verilmiştir.

Yeni bir şey öğrenmiş olmanın heyecanıyla Arif söze girdi.

— Ben de kalsiyumun sadece kemikleri güçlendirmekle vazifeli olduğunu zannediyordum.

Mustafa: Evet Arif, kemikleri güçlendirme, kalsiyumun tek vazifesi değil. Bu element hakkında ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir husus daha var, o da Rahmet-i Sonsuz'un vücudumuza yerleştirmiş olduğu kalsiyum dengesi. Kalsiyumun kandaki seviyesi 8,5 ile 10,5 mg/dl arasında olacak şekilde ayarlanmıştır. Günde 10.000 mg kalsiyum böbreklerden süzülürken, bunun yaklaşık 9.800 mg'ının kana geri emilimi sağlanmakta, geri kalan ortalama 200 mg'ı da idrarla vücuttan dışarı atılmaktadır. Kandan kemiğe, kemikten de kana geçen kalsiyum miktarı ise, 500 mg civarındadır.

Arif: Peki kandaki bu kalsiyum seviyesinin bozulması vücudumuza bir zarar verir mi?

Mustafa: Denge bu şekilde tanzim edildiğinden, düzensizlik bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Herhangi bir sebeple kandaki kalsiyum seviyesi düştüğünde, bilhassa 5mg/dl'nin altında veya âni düşmelerde, el ve ayaklarda kasılmalar, gırtlak spazmı ve âni boğulma, yaygın epilepsi nöbetleri, şuur bulanıklığı, tansiyon düşmesi, kalb hızında yavaşlama dâhil kalbde ritim bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Kandaki kalsiyum seviyesinin özellikle âni artışlarında ve kalsiyum seviyesi 14 mg/dl'nin üzerine çıktığında, bulantı, kusma, karın ağrısı, vücuttan aşırı sıvı kaybı, böbrek yetmezliği, kalbde ritim bozuklukları, şuur bulanıklığı ve ayrıca koma meydana gelebilir.

Ahmet: Müsaadenizle ben de bir şey sormak istiyorum. Peki, bu kadar hassas bir denge hiç bozulmadan nasıl devam ettiriliyor?

Mustafa: Evet Ahmet! Vücudumuz için bu kadar hayatî ehemmiyeti haiz kalsiyumun dengede tutulması ve sürdürülmesinde vazifelendirilmiş başlıca üç hormon bulunmaktadır. Bunlar; Paratiroid bezinden salgılanan paratiroid hormonu, üretimi ciltte başlayan D vitamini ve tiroid bezinden salgılanan kalsitonin hormonudur.

Arif: Enteresan! Demek kalsiyum dengesini sağlama vazifesi bir değil, üç hormona verilmiş. Bu, sistemi daha da karmaşık bir hâle getiriyor olsa gerek.

Mustafa: Karmaşıklık ve zorluk bizim için geçerli. Alîm-i Mutlak için böyle bir şey söz konusu olamaz. Evet, bu üç hormondan biri olan paratiroid, boynun ön-alt kısmında bulunan dört paratiroid bezinde üretilir ve salgılanır. Kandaki kalsiyum seviyesi ile paratiroid hormonu arasında İlâhî kanunlardan biri olan negatif geri besleme münasebeti vardır. D vitamini eksikliği veya paratiroid bezlerinin az çalışması gibi sebeplerden dolayı kandaki kalsiyum seviyesi düşünce, Cenab-ı Hak paratiroid bezindeki hücrelere, paratiroid hormonu salgısının arttırılması emrini verir. Bu hormon vasıtasıyla, kalsiyum seviyesinin normale dönmesi için kemik, böbrek ve dolaylı olarak da bağırsaklarda ciddi bir faaliyet başlatılarak kemiklerdeki ve böbrek tübüllerindeki kalsiyumun kana geçmesi sağlanır.

Ahmet: Böylece vücudumuzda kalsiyum dengesi sağlanmış olur ve bizler de sağlıklı bir şekilde hayatımıza devam ederiz değil mi?

Mustafa: Evet, fakat dengenin sağlanması sırasında cereyan ettirilen hâdiseler bu kadarla sınırlı değil. Meselâ, bu hâdiselerden biri, böbreklerde bulunan 1-alfa-hidroksilaz enziminin paratiroid hormonu ile uyarılmasıdır. Böylece, 25-(OH)D3 vitamininden D vitamininin biyolojik aktif şekli olan 1,25-(OH)2D3 vitamininin üretiminin artırılması sağlanır. Bu vitamin, kalsiyumun bağırsaklardan kana geçişinde vazifelidir. Şâyet kandaki kalsiyum seviyesi düşüklüğünün sebebi D vitamininin eksikliği ise, böyle bir hastaya dışarıdan D vitamini verildiğinde, bağırsaklardan kalsiyum, fosfor ve magnezyumun kana geçişi sağlanır. Diğer taraftan, paratiroid bezi dışındaki herhangi bir sebebe bağlı olarak (mesela akciğer, meme, böbrek ve lenf bezi kanserleri, zehirli guatr ve böbrek üstü bezinin az çalışması gibi) kanda kalsiyum seviyesi artınca, Sâni-i Hakîm bu sefer de paratiroid bezlerine, paratiroid hormonunun üretim ve salgılanmasının azaltılmasını emreder. Böylece, kanda paratiroid hormon seviyesi düşürülür. Neticede, kalsiyumun kanda daha fazla artması ve hayatı tehdit eden bir durumun ortaya çıkması engellenmiş olur.

Arif: Ne mükemmel bir sistem! Kalsiyum dengesinin sağlanmasında paratiroid hormonu ve D vitamini dışında bir hormonun daha vazifeli olduğunu söylemiştin, o hangisi?

Mustafa: Evet, üçüncü hormon da, tiroid bezindeki parafoliküler C hücrelerinde üretilen ve salgılanan kalsitonin hormonudur. Ancak, bu hormonun kalsiyum dengesindeki vazifesi paratiroid hormon ve D vitaminine göre daha geri plânda olup, adı geçen hormonların tersi istikamettedir. Yani, kalsiyum yüksekliği durumlarında C hücrelerinden kalsitonin salgılanması artırılırken, kalsiyum düşüklüğü durumlarında hormon salgılanması azaltılır. Bununla beraber, insanda kalsitonin hormonunu üretmekle vazifeli bilinen tek organ olan tiroid bezi ameliyatla tamamen çıkartıldığında (guatr ameliyatında olduğu gibi) kandaki kalsiyum seviyesi değişmemektedir. Yine bu hormonun yüksek seviyelerde salgılandığı medüler tip tiroid bezi kanserlerinde de kandaki kalsiyum seviyesi değişmemekte, aynı seviyede kalmaktadır.

Ahmet: Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir durum bence. Anladığım kadarıyla kalsitonin hormonu, kalsiyum dengesinin sağlanmasında vazifeli. Fakat herhangi bir sebeple bu hormon devre dışı kaldığında, demek ki bu eksiklik paratiroid hormonu ve D vitaminine kapattırılıyor.

Mustafa: Çok güzel ifade ettin Ahmet. Özetle söyleyecek olursak; paratiroid bezler, tiroid bezindeki C hücreleri, kemikler, bağırsaklar ve böbreklerin paratiroid hormonu ve D vitamini ile uyumlu çalışması sağlanarak kandaki kalsiyum seviyesi normale getirilir. Böylece, sinirlerin, kasların, trombositlerin ve kemiklerin kalsiyum ihtiyacı, tecavüb, yani karşılıklı birbirinin ihtiyacına cevap verme ve teanuk, yani uyumlu çalışma sırlarıyla karşılanmış olur.

Mustafa'nın anlattıkları karşısında derin bir tefekküre dalan Arif, fısıltı ile konuşma arası bir ses tonuyla duygu ve düşüncelerini ifade etti.

— Demek bütün bu hâdiseler, günlük hayatımız devam ederken vücudumuzda tıkır tıkır işlettiriliyor ha! Bütün bu anlattıkların bana büyük bir İslâm âliminin şu sözünü hatırlattı Mustafa! Diyor ki bu âlim zât: "Her şey O'na bir emirber nefer hükmündedir. Her şey O'nun kuvvetiyle döner. Her şey O'nun emriyle hareket eder. Her şey O'nun hikmetiyle tanzim olur. Her şey O'nun keremiyle muavenet eder. Her şey O'nun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur."

Mustafa: Evet kardeşim, aktardığın bu özlü sözler, bütün bu harika hâdiseleri çok güzel özetliyor. Aslında size vücudumuzda tiroid hormonunun nasıl dengede tutulduğundan da bahsetmek isterdim; fakat şimdi vakit geç oldu. Eğer istirahata çekilmekte gecikirsek, gece kalkmamız da zor olabilir. O yüzden, isterseniz bu harika yapıyı da kısmet olursa, bir başka akşam konuşalım.



Sızıntı dergisi internet sayfasından alıntı yapılmıştır.
Bağlantı adres: http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=5119&SAYIID=369&KATID=9